''Bu blogda yayınlanan yazılar 5486 sayılı fikir ve sanat eserleri kanununun koruması altındadır.Blog sahibinin izni olmaksızın blog yazıları kısmen veya bütün olarak alıntılanamaz''

15 Ekim 2020 Perşembe

Cumhuriyet Döneminde Bir Sabetaycılık Tartışması : Karakaşzade Rüştü Olayı

 Nüfus Mübadelesi yılları (1923-1924) genç Türkiye Cumhuriyetinin en çalkantılı dönemlerinde biriydi. Osmanlı İmparatorluğu tarih sahnesinden çekilmiş ve Anadolu’da yeni bir ulus-devlet inşası başlamıştı. Büyük çapta siyasi, ekonomik, sosyal ve kültürel değişimler yaşanırken, 10-12 milyon civarındaki nüfus artık “tebaadan vatandaşlığa geçişin simgesi” olan “modern ve ulusal kimlik bilincinin” ne anlama geldiğini kavramaya çalışıyordu. Osmanlı Devleti’nin sosyal ve hukuki yapısının temeli olan dini kimlikler bilindiği üzere “Millet Sistemi” çerçevesinde tanımlanmış ve bunlar bilhassa Tanzimat ve Islahat fermanlarıyla birlikte önemli bir dönüşüm geçirmişti. Bu değişimle beraber tedrici olarak ulusal kimlik öne çıkıyor gibi görünse de dini kimlikler ağırlığını hala sürdürüyordu. 24 Temmuz 1923 tarihinde Türkiye ile Birinci Dünya savaşının galipleri olan İngiltere, Fransa ve Yunanistan gibi ülkeler arasında imzalan Lozan Antlaşması gereğince yaklaşık 500.000 Müslüman Yunanistan’dan Türkiye’ye, buna mukabil 1.500.000 Hristiyan Türkiye’den Yunanistan’a göç edecekti. Zorunlu göçün dini temele dayandırılması, söz konusu etnik ve dini kimlik karmaşasının hala devam ettiğinin bir göstergesiydi. İki genç ulus-devlet arasındaki göç kısa ve uzun vadede her iki tarafta da geleneksel yapıları bozarak siyasi, kültürel, ekonomik sorunlara yol açmıştı.1923-1925 yıllarının Türkçe gazeteleri bir yandan Saltanat ve Halifeliğin kaldırılması, Tevhid-i Tedrisat, Şeyh Sait Ayaklanması, ekonomik kalkınma hamleleri gibi haberlerle dolup taşarken diğer yandan da Lozan Antlaşması ve Nüfus Mübadelesi akabinde yaşanan zorluklardan bahsediyordu. Mübadele ile bağlantılı olarak gazetelerde boy veren haberlerden birisi de Selanik kökenli Dönmeler hakkında yapılan tartışmalar idi. Tartışmanın aktörleri arasında hem bu cemaate mensup kişiler hem de dışarıdan kimseler bulunmaktaydı. Aslında Dönmelerin kendi içlerinde gelenekçi ve liberal kanat olarak tezahür eden iki temel gurup mevcuttu. Adetlerini sürdürmek isteyen gelenekselciler ile bunların artık değişmesi gerektiğini iddia eden liberaller arasındaki tartışmalar 1880’lerden itibaren ikincilerin lehine artacak surette devam etmekteydi. Ancak yeni ulus-devlet anlayışının dayattığı koşullar bu anlaşmazlıkların artık içeride tutulamayacak kadar alevlendiğine işaret ediyordu.

Tartışmanın fitili Feyziye Lisesi mezunu ve Dönmelerin Karakaş koluna mensup Mehmet Rüştü adlı bir tüccarın Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne hitaben yazdığı dilekçenin 1 Ocak 1924 tarihinde Yunus Nadi’nin sahibi olduğu Yenigün gazetesinde yayınlanması ile ateşlendi. Mustafa Kemal’e hitaben yazılan bu dilekçede “dışarıda Müslüman içeride Yahudi” gibi davranan gizli bir zümreden bahsedilmişti. Sürdürmekte oldukları eski batıl inanç ve adetlerini bir an önce terk edip yeni Türkiye’nin anayasasında öngörülen vatandaşlık tanımına uygun hareket edilmesi ve bunun için yapılması gerekenler sıralanıyordu. Karakaş-zâde Rüştü’ye göre Osmanlı devleti Dönmeleri asimile edemediği için bundan mesul tutulmalıydı. Konu hakkındaki lehte ve aleyhteki tartışmalar, köşe yazıları, mektuplar ve uzun tefrikalar Akşam, İkdam, İleri, Mihrap, Resimli Dünya, Resimli Gazete, Son Saat, Tanin, Vakit, Vatan, Yedigün ve Yenigün adlı gazete ve dergilerde üç-dört yıl boyunca devam etti. Tartışmalar daha ilk yıllarından itibaren çeşitli araştırmacıların dikkatini çekmeye başlamıştı. Mesela Gordlevsky, 1926 tarihli makalesinde, sınırlı bilgilerle de olsa, konuyu Avrupa kamuoyuna aktarmıştı.Aşağıda kısaca özetleyeceğimiz gibi, zamanla bu tartışmalar bilimsel ve amatör çalışmalara konu olmaya devam etmiştir. 

20. yüzyılın ilk çeyreği içerisinde, Dönmelerle ilgili olarak Leskovikli Mehmet’in pozitif ve Ahmet Safi’nin negatif tutumları Osmanlı bürokrat ve entelektüelleri arasında konu hakkında geniş bir fikir yelpazesinin varlığını gösteriyordu. 1912’de Balkan Savaşları sırasında Selanik şehri fazla direniş göstermeden Yunanlılara teslim edilince, sonun başlangıcı niteliğindeki bu gelişme, buradaki bütün geleneksel yapıları bozmuş, Müslüman Türkler şehri yavaş yavaş terkederek Anadolu’ya göç etmeye başlamıştı. Yunan hükümeti gözünde Dönmeler, Türk ve Müslüman sayıldıklarından, onlar da yavaş yavaş İstanbul ve İzmir başta olmak üzere diğer şehirlere göç etmeye başlamışlardı. İmparatorluğun dağılma döneminde, 1919’da İstanbul’da yayınlanan iki risale belki de Dönmeler hakkındaki kamuoyu önündeki ilk büyük tartışmaya yolaçmıştı. “Dönmelik Nedir?” başlığı ile anonim bir yazar tarafından yayınlanan risale Dönmeleri yüzyıllardır süren bir ihanet ve münafıklıkla suçluyordu.Binbaşı Sadık adlı muhtemelen Dönme olan başka birisi tarafından kısa süre sonra yayınlanan “Dönmelerin Hakikati” adlı risale ise yapılan bütün suçlamaları reddediyor, Dönmelerin sadık birer vatansever olduğunu iddia ediyordu. Ancak bu tartışmaların hiç biri, aşağıda görüleceği gibi gündemde uzun süre kalmamıştı. İşte Karakaş Rüştü’nün 1 Ocak 1924’te Dönmelerin yeni Türkiye’de tamamen asimile olması gerektiği konusu ile ilgili başlattığı tartışmanın böylesi bir arkaplanı vardı. 4 Ocak’ta Necmettin Sadak’ın sahip olduğu Akşam gazetesi hem Rüştü’nün dilekçesini yeniden yayınladı hem de benzeri bir dilekçenin Yunanistan parlamentosuna verildiğini ancak; Yunan hükümeti tarafından reddedildiğini iddia etti. Aynı gün İkdam, İleri ve Ahmet Emin Yalman’ın sahibi olduğu Vatan gazetelerinde haberler çıktı. Vatan’a göre Selanik’te böyle bir gurup vaktiyle var olsa bile artık böyle bir şeyden bahsetmek mümkün değildi. 

5 Ocak’ta Tanin baş yazarı Hüseyin Cahit Yalçın uzun bir yazıda Rüştü’nün iddialarının absürt ve deli saçması olduğunu, bir ulus mensubu olmanın hissiyat ve hars meselesi olduğunu yazıyordu. Aynı gün Vatan’da Rüştü’nün bir akrabasına ait olduğu iddia edilen imzasız bir mektupta Rüştü’nün hiç bir şekilde Selaniklileri temsil etmediği iddia ediliyordu. 

6 Ocak’ta İleri’de yayınlanan “Cumhurculuk, Dönmelik, Rumluk” adlı makalede Subhi Nuri konunun zamanlamasındaki uygunsuzluğa dikkat çekerek, Cumhuriyet için çok çalışmak ve Dönmelik gibi sorunlarla vakit harcanmaması gerektiğini savunuyordu.

 7 Ocak’ta Vakit’te yayınlanan bir yazıda ise daha şüpheci bir yaklaşım takınılmıştı. Yazara göre Rüştü’nün amacı Dönmelerin TBMM tarafından Yahudi kabul ettirilmesini sağlamak ve sonrasında Yunan Parlamentosuna başvurarak mübadele dışı bırakılmalarına yol açmaktı. Böylelikle yüzyıllardır yaşadıkları evlerinden yurtlarından ayrılmak zorunda kalmayacaklardı.

 8 Ocak’tan sonra tartışmalar daha da derinlik kazanır. Dönmelerin tarihi, dini inançları ve adetleri ile ilgili yazılar gazetelerde boy göstermeye başladı. Özellikle M. Asım Us tarafından yayınlanan Vakit gazetesi konuyla yakından ilgileniyordu. Gazeteci Hüseyin Necati (Çiller), Karakaş-zâde Rüştü ile uzun bir mülakat yapmış ve Rüştü’nün samimi olduğuna kanaat getirmişti. Necati’ye göre; Dönmeler kendi içerisinde üç kısma bölünmüştü. Bunlar, bir nevi Yahudiliğe inananlar, geleneklerinden sıyrılıp aydınlananlar ve son olarak tamamen Türkleşmiş olanlar şeklinde nitelendirilebilirdi. Ertesi gün Vakit, Rüştü’nün daha uzun bir mektubunu yayınladı. Rüştü burada Vatan ve Tanin tarafından kendine yöneltilen suçlamalara cevap veriyordu. Ona göre Dönmeler arasında hala Avustralya ve Tazmanya’daki kabîlelerin ilkel inanç ve adetleri gibi şeylere inananlar kimseler vardı. Aynı gün Vatan, ertesi günden itibaren “genç bir adamın” notlarını yayınlayacağını duyurdu. Bu genç adam “Bir Tarih Müdekkiki” unvanıyla yazacak olan Yakubi kökenli Ahmet Emin Yalman’dan başkası değildi. Ahmet Emin, 1915 yılında Columbia Üniversitesinden sosyoloji alanında Amerika’da ilk doktora derecesi alan Türk sıfatını taşıyor ve uzun zamandır gazetecilik yapıyordu. Vatan’da on gün boyunca yayınlanan tefrika Sabataycılık hakkında Türkçe’de yayınlanan ilk tarihi ve sosyolojik monografi niteliği taşıyacaktı. Bu yazılarda, Ahmet Emin Selanik’te böyle bir topluluğun varlığını kabul ediyor ancak bunun bir avuç yaşlı adamın inancı dışında çoktan tarihe karıştığını öne sürüyordu. İronik olarak o da Rüştü gibi, Osmanlı İmparatorluğu’nun müsamahakâr yapısından dolayı Dönmelerin kimliklerini koruduklarını söylüyordu. Ama artık ulus-devletin doğuşu ile bu cemaat çoktan tarih olmuştu. 17 ve 18 Ocak tarihlerinde Akşam’da İhsan Arif, Rüştü’nün daha önce bir takım para sorunlarından dolayı cemaatten aforoz edildiğini o yüzden cemaate kızgınlığı olduğunu, dilekçe olayından sonra “ölüm tehditleri” aldığını yazıyordu.

Rüştü, gazetelere kendi hakkında söylenenlere cevap niteliğinde bir kaç röportaj daha verdikten sonra Ocak ayı sonuna doğru sessizliğe gömüldü, ya da muhtemelen susturuldu. Bundan sonra gazetelerde Dönmelerle ilgili ara ara yazılar çıkmaya devam etti. Ertesi yıl Bakırköy’deki bir Dönme okulunun müdürü olan İbrahim Alattin Gövsa, okuldaki çocukların birinin defterinin arasında Dönme duası bulunması üzerine, Zekeriya ve Sabiha Sertel’in Resimli Gazete dergisinde imzasız bir yazı yazdı. Yazıda adeta arkadaşı Ahmet Emin’in iddialarına cevap verir nitelikte “Dönmelik eğer tarih oldu ise neden hala küçük çocuklara bu dualar öğretiliyor” diye soruyordu.

 1925’ten itibaren Dönmelerle ilgili haberler Hakkı Tarık Us’un daha sonra Selim Ragıp’ın yayınladığı Son Saat gazetesinde çıkmaya devam etti. 26 Kasım 1925 tarihli Son Saat’te, ilk tartışmalardan neredeyse iki yıl sonra, Rüştü yayınlanan mektubu ile tekrar tarih sahnesine çıktı. Ama artık eski fikirlerinin neredeyse tamamen tersini savunuyordu. Bu iki yıl zarfında ne olmuş, nasıl ikna olmuş ya da nasıl ikna edilmişti? Mektubunda belirttiğine göre çabaları işe yaramış ve Dönmeler arasındaki hurafeler artık tamamen terkedilmişti. Artık bir kaç cahil Dönme yüzünden bütün gurubu suçlamak yersizdi. Mustafa Kemal’in “Aydınlanma Bombası” Dönme ibadethanelerini, kitaplarını ve hurafelerini darmadağın etmişti. Dönmeler Babilliler ve Fenikeliler gibi artık tarihe karışmıştı.Bir kaç polemik yazışmadan sonra Rüştü ortadan kayboldu. Nerede ve nasıl öldüğü hakkında halen malumatımız yok. Yaklaşık bir yıl sonra yine Son Saat’te Ayhan mahlası ile Arif Oruç tarafından 84 bölüm halinde yayınlanan Sabatay Sevi romanı, 1935’te Abraham Galante tarafından Sabataycılar ve adetleri üzerine Fransızca yayınlanan eseri ve 1940’ta İbrahim Alattin Gövsa’nın konu hakkındaki kitabı Dönmelerin o yıllarda hep bir şekilde gündemde kaldığının işareti idi. Varlık Vergisi sırasında Müslüman, Gayrimüslim ve Ecnebi kategorilerinin yanısıra “merkezin şifahî emriyle” 32 “D” yani Dönme kategorisinin konması ise devlet nazarında konunun hiç bir zaman kapanmadığını gösteriyordu.



                                                                           Dipnotlar:


1.Karakaşzade Rüştü bey, Bülbülderesi mezarlığında medfundur:


2.Vakit Gazetesinde Karakaşzade Rüştü bey'le ropörtaj yapan Necati Çiller, Tansu Çiller'in babasıdır.

3.Cengiz Şişman ve  Muharrem Varol'un   kaleminden çıkan bu yazının orjinalini  burada okuyabilirsiniz 

https://dergipark.org.tr/en/download/article-file/173164

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder