''Bu blogda yayınlanan yazılar 5486 sayılı fikir ve sanat eserleri kanununun koruması altındadır.Blog sahibinin izni olmaksızın blog yazıları kısmen veya bütün olarak alıntılanamaz''

16 Ekim 2020 Cuma

SABETAYCI CEMAAT İÇERİSİNDEN İFŞALAR -1

                                                          

                                                              NAZİF ÖZGE İTİRAFLARI


Büyük Doğu gazetesinde 1952 yılında tefrikalar hâlinde yayımlanan bir yazı dizisinde Sabetaycı cemaat içerisinden Nazif Özge, daha önce pek de rastlanmayan bir şekilde cemaat ile ilgili bilgiler verip cemaatin gelenekleri, ritüelleri ve cemaatle o dönemde yaşadığı sorunlarla ilgili bilgiler veriyordu...

“Ben Dönme’yim, Selanik Dönmeleri’nden… Fakat tamamıyla hidayete gelmiş bir insanım. Size Dönmelerin bütün esrarını ifşa edeceğim” diyerek başlıyor.

Nazif Özge’nin verdiği bu bilgiler, 24-31 Temmuz 1952 tarihli Büyük Doğu gazetesinde yayımlanmıştır. Daha sonra bu bilgileri, Rıfat N. Bali, Tarih ve Toplum dergisinin 2002 yılındaki özel sayısında yayınlamıştır.[1]

 

Bu yazıda Nazif Özge’den yola çıkarak pek bilinmeyen, önemli bir aileyi tanıyacağız.

Nazif Bey, “Ben, Nazif Özge isimli bir Selanikliyim, yani Dönmelerden... Dönmeler arasında eşine tesadüf edilmez bir şekilde Allah’a ve Res’ul’e bağlı olduğum için bu yolun tek müdafiiyim [savunucusuyum]. Gazetenize Dönmelerin, Dönmeliğin, Dönmeliğe ait bütün ticarî, malî, ruhî, dinî, siyasî tertipler ve hiyanetlerin iç yüzünü ifşa etmeyi üzerime alıyor ve sırf Allah ve Türk milleti adına taahhüt ediyorum” diyerek başlıyor. 

Nazif Özge’nin ifşaatları zaman içerisinde birçok yerde yayımlandı. Eşine tacavüz edilmek istendiği, bunun Dönme usulünce hamile bırakılmak için yapıldığı, keza tecavüz etmek isteyenlerin Dönme inancına göre Tanrı’nın soyundan geldiklerine ve doğacak çoçuğun Allah’a yakın olacağına inanıldığı; kendisine bizzat Akil Kibar tarafından söylenmiş.

Büyük Doğu gazetesi, Dönmelerin ruhani büyükleri kimlerdir?” diye soruyor. Nazif Bey, derin bir biçimde düşündükten sonra tek tek anlatmaya başlıyor:

“Eski Maliye Nazırı Cavit Bey’in kardeşi Şefkati Bey’dir. Dönmeler, onu, hâşâ, Allah’ın soyundan gelmiş kabul ederler. Yetmiş yaşlarındadır. Dönmelere, isim-soyisimlerini o takar. Kendisinin soyu, “Roz”dur. Onlara göre Allah’ın soyu da Roz’muş...” 

Burada şunu belirtmek gerekiyor: Dönmeler içerisindeki “Karakaş” kolunun inancına göre, Osman Baba (Baruhya Ruso), Tanrı’dır. Osman Baba’nın soyundan gelenler de, bundan dolayı, “Tanrı soyundandır”.


 [1] Rıfat N. Bali, Seferad Yahudileri Büyük Ödülü’nün 2009’daki sahibi ve aynı zamanda önemli bir araştırmacıdır.

            

                                  MEHMET CAVİT BEY VE GERÇEL AİLESİ

Devam ediyoruz...

Eski Maliye Nazırı Mehmet Cavit Bey, 1875 Selanik doğumludur. Cavit Bey’in babası, Naim Bey’dir. Naim Bey, Selanikli bir tüccardır ve Pakize Hanım’la evlidir. (Naim Bey ve Pakize Hanım, kardeş çoçuklarıdır.) Üç erkek çoçukları vardır. Erkek çoçuklar, sırasıyla Mehmed Cavid, Mustafa Şefkati ve İsmail Kazım’dır...

(Sabetaycılarda soyağacı çok önemlidir; kayıtları çok sağlamdır ve soyağacına sadece erkekler yazılır.)

Mehmet Cavit Bey’in hayat hikayesi ilginç ve oldukça hazindir. Kısa ömründe yalnız bir çocuğu olmuştur: Yazar Osman Şiar Yalçın...

Soner Yalçın’dan dinleyelim: “Selanikli Cavit Bey ölüme gitmeden önce oğlu Osman Şiar’ı, yakın arkadaşı gazeteci Hüseyin Cahid Yalçın’a emanet etti. Osman Şiar’ı Hüseyin Cahid Yalçın büyüttü ve ona kendi soyadını verdi.”[1]

 

               OSMAN ŞİAR YALÇIN, BABASI MEHMET CAVİT BEY’İ ANLATIYOR

 

Mehmet Cavit Bey’in eşi, daha küçükken alınıp saraya yerleştirilen ve II. Abdülhamid’in ‘cici bebek’ dediği Çerkes Aliye Nazlı Hanım’dır. Aliye Nazlı Hanım, Mehmet Cavit Bey’den önce Şehzade Burhanettin Efendi ile bir evlilik yapmış bu evlilikten Osman Ertuğrul Efendi doğmuştur. Osmanlı İmpratorluğu yıkılıp, hanedan sürgüne gönderilince, Aliye Nazlı Hanım, Şehzade Burhanettin Efendi’den boşanıp 1921’de  Mehmet Cavit Bey ile evlenmiştir. Bu evlilikten 25 Ekim 1924 doğumlu Osman Şiar Yalçın olmuştur. Mehmet Cavit Bey’in eşi Aliye Nazlı Hanım’ın ailesi hakkında, Çerkes asıllı olmalarının dışında pek bilgi yoktur: “Annem teyzesinin çocuklarından başka kimseyi bilmezdi.

Babasının adının da Hüseyin olduğunu bilirdi, o kadar” der.

 

Mehmet Cavid Bey, idam edilmeden önceki süreçte, özellikle de Osmanlı maliyesi için her daim aranan birisi olmuştur. Mülkiye’den mezun olan, Feyziye Mektepleri’nde müdürlük ve öğretmenlik yapan, Selanik ve Çanakkale mebusu olarak Meclis’te yer alan, çeşitli defalar Maliye Nazırlığı’na getirilip görevden ayrılan Cavit Bey, aynı zamanda sıkı bir İttihat ve Terakki’cidir: “Babam, Ahmet Şuayb ve Rıza Tevfik’le beraber İktisadiye dergisini çıkardı. Nadir iktisat bilenlerden biri idi. Talat, Enver ve Cemal Paşalar’ın yakın dostu, İttihat Terakki’nin komitacı takımındandı. İttihat Terakki’nin vatanı kurtaracağına inanıyordu…”

 

M. Cavit Bey, 26 Ağustos 1926’da, Atatürk’e suikast düzenleyenler arasında adı geçtiği için İstiklal Mahkemesi kararı ile idam edilir.[2] 

M. Cavit Bey’in mezarı, DP iktidarında Celal Bayar’ın emriyle bulunup 1950 yılında Cebeci’ye taşınmış.[3]

M. Cavit Bey’in arkasında bıraktığı iki kardeşi Mustafa Şefkati ve İsmail Kazım beyler, soyadı kanunundan sonra Gerçel” soyadını alırlar..

 

Gerçel ailesi, söz konusu cemaat içerisinde önemli bir ailedir. Nazif Özgenin dediği gibi, soyları Osman Baba’ya dayanır. Gerçel’ler, Koyuncu, Birder, Mısırlı, Dilber, Şamlı, Yasa, Arısal, İmre, Kocademir ve İşmen’lerle akrabadırlar.

 

Bu aileler, Karakaşlar içerisinde en önemli ailelerdendir; hepsinin soyu ya Osman Baba’ya ya da Sebatay Sevi’ye dayanıyor. Gerçel ailesi, baba tarafından Koyuncu ailesi ile, anne tarafından Osman Baba ile akrabadır. Bu ailelerin tümünün aile mezarlığı Üsküdar’daki Bülbülderesi Mezarlığı’ndadır.

 

Mustafa Şefkati Gerçel, 1950’li yıllarda Sabetaycıların Karakaş kolunun ruhani lideridir. 1880 doğumludur. Mustafa Şefkati Gerçel, 1974 yılında vefat etmiştir. Bülbülderesi Mezarlığı’nda gömülüdür.

 

Küçük kardeşi İsmail Kazım Gerçel ise, 1882 doğumludur. Gerçel Çorapları’nı üretmiştir. 1949 yılında vefat etmiştir. O da abisi gibi eşi ile birlikte Bülbülderesi Mezarlığı’nda gömülüdür.

 

Nazif Özgenin verdiği bütün isimleri araştırdığımızda, aileleri ile birlikte, tıpkı Gerçel’ler gibi, istisnasız Bülbülderesi Mezarlığı’nda gömülüdürler.

 

Bülbülderesi Mezarlığı’nın önemi şuradadır: Buraya Sebatay Sevi ve 26 halifesinin soyundan olmayan kimse gömülemiyor. Buradaki aileler cemaatin en önde gelen aileleridir. Sebatay Sevi ve 26 halifesinin soyundan olmayan Sabetaycı aileler ise; Feriköy, Aşiyan, Zincirlikuyu, Karacaahmet gibi mezarlıklarda, cemaate ait adalara gömülmektedir.

 

Gelelim Nazif Özgeye...

 

Nazif Özge, şimdiye kadar cemaat içerisinden cemaat ile ilgili dini ritüelleri, cemaatin önemli kişilerini, yaşantılarını, bu önemli ailelerin yattıkları mezarlıkları ve hatta mezartaşlarının şekillerini bile Büyük Doğu gazetesine anlatan kişidir ve dışarıya cemaat içerisinden bilgi sızdıran en önemli kişilerdendir.

 

 Peki, Nazif Özge’ye ne oldu?

 

1952 yılında Büyük Doğu gazetesine verdiği bilgilerden sonra ortadan kayboluyor... İlginç olan, onun da Bülbülderesi Mezarlığı’nda yatmasıdır… “Cemaat içerisinden Allah’a ve Res’ul’e bağlı tek kişi olduğum için bu bilgileri veriyorum” diyen birisinin öldükten sonra “küfürde” gördüğü akrabalarıyla kucak kucağa aynı mezarlıkta yatması ilginç değil mi?

 

Özge ailesi, Bilget, Susmuş, Demir ve Erdik aileleri ile akrabadır. Tahmin edebileceğiniz gibi, bu akrabalık ilişkilerini Bülbülderesi Mezarlığı’ndaki mezartaşları ve yayımlanmış ölüm ilanlarından çıkarıyoruz.

 

                                GERÇEL VE ÖZGE AİLESİNE AİT MEZARTAŞLARI

 

                                        (Bülbülderesi Mezarlığı’nda çekilmiştir.)








[1] Soner Yalçın, Efendi (İstanbul: Doğan Kitap, 2006): s. 321.

[2] Cemal A. Kalyoncu, Aksiyon (Yıl:10, Sayı: 499-30: Haziran 2004).

[3] III. Cumhurbaşkanımız Celal Bayar, bazı internet sitelerine göre 33. dereceden masondur. Bayar, Britannica’ya göre ilkokulu Alliance Israelite tarafından yönetilen Fransız okulunda okudu. Museviliğin Karaim (Karailer) inanışından, Hazar Türkleri’nden olduğu iddia edilir. Bülbülderesi Mezarlığı’nda yatan bazı aileler  ile akrabadır.


15 Ekim 2020 Perşembe

Cumhuriyet Döneminde Bir Sabetaycılık Tartışması : Karakaşzade Rüştü Olayı

 Nüfus Mübadelesi yılları (1923-1924) genç Türkiye Cumhuriyetinin en çalkantılı dönemlerinde biriydi. Osmanlı İmparatorluğu tarih sahnesinden çekilmiş ve Anadolu’da yeni bir ulus-devlet inşası başlamıştı. Büyük çapta siyasi, ekonomik, sosyal ve kültürel değişimler yaşanırken, 10-12 milyon civarındaki nüfus artık “tebaadan vatandaşlığa geçişin simgesi” olan “modern ve ulusal kimlik bilincinin” ne anlama geldiğini kavramaya çalışıyordu. Osmanlı Devleti’nin sosyal ve hukuki yapısının temeli olan dini kimlikler bilindiği üzere “Millet Sistemi” çerçevesinde tanımlanmış ve bunlar bilhassa Tanzimat ve Islahat fermanlarıyla birlikte önemli bir dönüşüm geçirmişti. Bu değişimle beraber tedrici olarak ulusal kimlik öne çıkıyor gibi görünse de dini kimlikler ağırlığını hala sürdürüyordu. 24 Temmuz 1923 tarihinde Türkiye ile Birinci Dünya savaşının galipleri olan İngiltere, Fransa ve Yunanistan gibi ülkeler arasında imzalan Lozan Antlaşması gereğince yaklaşık 500.000 Müslüman Yunanistan’dan Türkiye’ye, buna mukabil 1.500.000 Hristiyan Türkiye’den Yunanistan’a göç edecekti. Zorunlu göçün dini temele dayandırılması, söz konusu etnik ve dini kimlik karmaşasının hala devam ettiğinin bir göstergesiydi. İki genç ulus-devlet arasındaki göç kısa ve uzun vadede her iki tarafta da geleneksel yapıları bozarak siyasi, kültürel, ekonomik sorunlara yol açmıştı.1923-1925 yıllarının Türkçe gazeteleri bir yandan Saltanat ve Halifeliğin kaldırılması, Tevhid-i Tedrisat, Şeyh Sait Ayaklanması, ekonomik kalkınma hamleleri gibi haberlerle dolup taşarken diğer yandan da Lozan Antlaşması ve Nüfus Mübadelesi akabinde yaşanan zorluklardan bahsediyordu. Mübadele ile bağlantılı olarak gazetelerde boy veren haberlerden birisi de Selanik kökenli Dönmeler hakkında yapılan tartışmalar idi. Tartışmanın aktörleri arasında hem bu cemaate mensup kişiler hem de dışarıdan kimseler bulunmaktaydı. Aslında Dönmelerin kendi içlerinde gelenekçi ve liberal kanat olarak tezahür eden iki temel gurup mevcuttu. Adetlerini sürdürmek isteyen gelenekselciler ile bunların artık değişmesi gerektiğini iddia eden liberaller arasındaki tartışmalar 1880’lerden itibaren ikincilerin lehine artacak surette devam etmekteydi. Ancak yeni ulus-devlet anlayışının dayattığı koşullar bu anlaşmazlıkların artık içeride tutulamayacak kadar alevlendiğine işaret ediyordu.

Tartışmanın fitili Feyziye Lisesi mezunu ve Dönmelerin Karakaş koluna mensup Mehmet Rüştü adlı bir tüccarın Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne hitaben yazdığı dilekçenin 1 Ocak 1924 tarihinde Yunus Nadi’nin sahibi olduğu Yenigün gazetesinde yayınlanması ile ateşlendi. Mustafa Kemal’e hitaben yazılan bu dilekçede “dışarıda Müslüman içeride Yahudi” gibi davranan gizli bir zümreden bahsedilmişti. Sürdürmekte oldukları eski batıl inanç ve adetlerini bir an önce terk edip yeni Türkiye’nin anayasasında öngörülen vatandaşlık tanımına uygun hareket edilmesi ve bunun için yapılması gerekenler sıralanıyordu. Karakaş-zâde Rüştü’ye göre Osmanlı devleti Dönmeleri asimile edemediği için bundan mesul tutulmalıydı. Konu hakkındaki lehte ve aleyhteki tartışmalar, köşe yazıları, mektuplar ve uzun tefrikalar Akşam, İkdam, İleri, Mihrap, Resimli Dünya, Resimli Gazete, Son Saat, Tanin, Vakit, Vatan, Yedigün ve Yenigün adlı gazete ve dergilerde üç-dört yıl boyunca devam etti. Tartışmalar daha ilk yıllarından itibaren çeşitli araştırmacıların dikkatini çekmeye başlamıştı. Mesela Gordlevsky, 1926 tarihli makalesinde, sınırlı bilgilerle de olsa, konuyu Avrupa kamuoyuna aktarmıştı.Aşağıda kısaca özetleyeceğimiz gibi, zamanla bu tartışmalar bilimsel ve amatör çalışmalara konu olmaya devam etmiştir. 

20. yüzyılın ilk çeyreği içerisinde, Dönmelerle ilgili olarak Leskovikli Mehmet’in pozitif ve Ahmet Safi’nin negatif tutumları Osmanlı bürokrat ve entelektüelleri arasında konu hakkında geniş bir fikir yelpazesinin varlığını gösteriyordu. 1912’de Balkan Savaşları sırasında Selanik şehri fazla direniş göstermeden Yunanlılara teslim edilince, sonun başlangıcı niteliğindeki bu gelişme, buradaki bütün geleneksel yapıları bozmuş, Müslüman Türkler şehri yavaş yavaş terkederek Anadolu’ya göç etmeye başlamıştı. Yunan hükümeti gözünde Dönmeler, Türk ve Müslüman sayıldıklarından, onlar da yavaş yavaş İstanbul ve İzmir başta olmak üzere diğer şehirlere göç etmeye başlamışlardı. İmparatorluğun dağılma döneminde, 1919’da İstanbul’da yayınlanan iki risale belki de Dönmeler hakkındaki kamuoyu önündeki ilk büyük tartışmaya yolaçmıştı. “Dönmelik Nedir?” başlığı ile anonim bir yazar tarafından yayınlanan risale Dönmeleri yüzyıllardır süren bir ihanet ve münafıklıkla suçluyordu.Binbaşı Sadık adlı muhtemelen Dönme olan başka birisi tarafından kısa süre sonra yayınlanan “Dönmelerin Hakikati” adlı risale ise yapılan bütün suçlamaları reddediyor, Dönmelerin sadık birer vatansever olduğunu iddia ediyordu. Ancak bu tartışmaların hiç biri, aşağıda görüleceği gibi gündemde uzun süre kalmamıştı. İşte Karakaş Rüştü’nün 1 Ocak 1924’te Dönmelerin yeni Türkiye’de tamamen asimile olması gerektiği konusu ile ilgili başlattığı tartışmanın böylesi bir arkaplanı vardı. 4 Ocak’ta Necmettin Sadak’ın sahip olduğu Akşam gazetesi hem Rüştü’nün dilekçesini yeniden yayınladı hem de benzeri bir dilekçenin Yunanistan parlamentosuna verildiğini ancak; Yunan hükümeti tarafından reddedildiğini iddia etti. Aynı gün İkdam, İleri ve Ahmet Emin Yalman’ın sahibi olduğu Vatan gazetelerinde haberler çıktı. Vatan’a göre Selanik’te böyle bir gurup vaktiyle var olsa bile artık böyle bir şeyden bahsetmek mümkün değildi. 

5 Ocak’ta Tanin baş yazarı Hüseyin Cahit Yalçın uzun bir yazıda Rüştü’nün iddialarının absürt ve deli saçması olduğunu, bir ulus mensubu olmanın hissiyat ve hars meselesi olduğunu yazıyordu. Aynı gün Vatan’da Rüştü’nün bir akrabasına ait olduğu iddia edilen imzasız bir mektupta Rüştü’nün hiç bir şekilde Selaniklileri temsil etmediği iddia ediliyordu. 

6 Ocak’ta İleri’de yayınlanan “Cumhurculuk, Dönmelik, Rumluk” adlı makalede Subhi Nuri konunun zamanlamasındaki uygunsuzluğa dikkat çekerek, Cumhuriyet için çok çalışmak ve Dönmelik gibi sorunlarla vakit harcanmaması gerektiğini savunuyordu.

 7 Ocak’ta Vakit’te yayınlanan bir yazıda ise daha şüpheci bir yaklaşım takınılmıştı. Yazara göre Rüştü’nün amacı Dönmelerin TBMM tarafından Yahudi kabul ettirilmesini sağlamak ve sonrasında Yunan Parlamentosuna başvurarak mübadele dışı bırakılmalarına yol açmaktı. Böylelikle yüzyıllardır yaşadıkları evlerinden yurtlarından ayrılmak zorunda kalmayacaklardı.

 8 Ocak’tan sonra tartışmalar daha da derinlik kazanır. Dönmelerin tarihi, dini inançları ve adetleri ile ilgili yazılar gazetelerde boy göstermeye başladı. Özellikle M. Asım Us tarafından yayınlanan Vakit gazetesi konuyla yakından ilgileniyordu. Gazeteci Hüseyin Necati (Çiller), Karakaş-zâde Rüştü ile uzun bir mülakat yapmış ve Rüştü’nün samimi olduğuna kanaat getirmişti. Necati’ye göre; Dönmeler kendi içerisinde üç kısma bölünmüştü. Bunlar, bir nevi Yahudiliğe inananlar, geleneklerinden sıyrılıp aydınlananlar ve son olarak tamamen Türkleşmiş olanlar şeklinde nitelendirilebilirdi. Ertesi gün Vakit, Rüştü’nün daha uzun bir mektubunu yayınladı. Rüştü burada Vatan ve Tanin tarafından kendine yöneltilen suçlamalara cevap veriyordu. Ona göre Dönmeler arasında hala Avustralya ve Tazmanya’daki kabîlelerin ilkel inanç ve adetleri gibi şeylere inananlar kimseler vardı. Aynı gün Vatan, ertesi günden itibaren “genç bir adamın” notlarını yayınlayacağını duyurdu. Bu genç adam “Bir Tarih Müdekkiki” unvanıyla yazacak olan Yakubi kökenli Ahmet Emin Yalman’dan başkası değildi. Ahmet Emin, 1915 yılında Columbia Üniversitesinden sosyoloji alanında Amerika’da ilk doktora derecesi alan Türk sıfatını taşıyor ve uzun zamandır gazetecilik yapıyordu. Vatan’da on gün boyunca yayınlanan tefrika Sabataycılık hakkında Türkçe’de yayınlanan ilk tarihi ve sosyolojik monografi niteliği taşıyacaktı. Bu yazılarda, Ahmet Emin Selanik’te böyle bir topluluğun varlığını kabul ediyor ancak bunun bir avuç yaşlı adamın inancı dışında çoktan tarihe karıştığını öne sürüyordu. İronik olarak o da Rüştü gibi, Osmanlı İmparatorluğu’nun müsamahakâr yapısından dolayı Dönmelerin kimliklerini koruduklarını söylüyordu. Ama artık ulus-devletin doğuşu ile bu cemaat çoktan tarih olmuştu. 17 ve 18 Ocak tarihlerinde Akşam’da İhsan Arif, Rüştü’nün daha önce bir takım para sorunlarından dolayı cemaatten aforoz edildiğini o yüzden cemaate kızgınlığı olduğunu, dilekçe olayından sonra “ölüm tehditleri” aldığını yazıyordu.

Rüştü, gazetelere kendi hakkında söylenenlere cevap niteliğinde bir kaç röportaj daha verdikten sonra Ocak ayı sonuna doğru sessizliğe gömüldü, ya da muhtemelen susturuldu. Bundan sonra gazetelerde Dönmelerle ilgili ara ara yazılar çıkmaya devam etti. Ertesi yıl Bakırköy’deki bir Dönme okulunun müdürü olan İbrahim Alattin Gövsa, okuldaki çocukların birinin defterinin arasında Dönme duası bulunması üzerine, Zekeriya ve Sabiha Sertel’in Resimli Gazete dergisinde imzasız bir yazı yazdı. Yazıda adeta arkadaşı Ahmet Emin’in iddialarına cevap verir nitelikte “Dönmelik eğer tarih oldu ise neden hala küçük çocuklara bu dualar öğretiliyor” diye soruyordu.

 1925’ten itibaren Dönmelerle ilgili haberler Hakkı Tarık Us’un daha sonra Selim Ragıp’ın yayınladığı Son Saat gazetesinde çıkmaya devam etti. 26 Kasım 1925 tarihli Son Saat’te, ilk tartışmalardan neredeyse iki yıl sonra, Rüştü yayınlanan mektubu ile tekrar tarih sahnesine çıktı. Ama artık eski fikirlerinin neredeyse tamamen tersini savunuyordu. Bu iki yıl zarfında ne olmuş, nasıl ikna olmuş ya da nasıl ikna edilmişti? Mektubunda belirttiğine göre çabaları işe yaramış ve Dönmeler arasındaki hurafeler artık tamamen terkedilmişti. Artık bir kaç cahil Dönme yüzünden bütün gurubu suçlamak yersizdi. Mustafa Kemal’in “Aydınlanma Bombası” Dönme ibadethanelerini, kitaplarını ve hurafelerini darmadağın etmişti. Dönmeler Babilliler ve Fenikeliler gibi artık tarihe karışmıştı.Bir kaç polemik yazışmadan sonra Rüştü ortadan kayboldu. Nerede ve nasıl öldüğü hakkında halen malumatımız yok. Yaklaşık bir yıl sonra yine Son Saat’te Ayhan mahlası ile Arif Oruç tarafından 84 bölüm halinde yayınlanan Sabatay Sevi romanı, 1935’te Abraham Galante tarafından Sabataycılar ve adetleri üzerine Fransızca yayınlanan eseri ve 1940’ta İbrahim Alattin Gövsa’nın konu hakkındaki kitabı Dönmelerin o yıllarda hep bir şekilde gündemde kaldığının işareti idi. Varlık Vergisi sırasında Müslüman, Gayrimüslim ve Ecnebi kategorilerinin yanısıra “merkezin şifahî emriyle” 32 “D” yani Dönme kategorisinin konması ise devlet nazarında konunun hiç bir zaman kapanmadığını gösteriyordu.



                                                                           Dipnotlar:


1.Karakaşzade Rüştü bey, Bülbülderesi mezarlığında medfundur:


2.Vakit Gazetesinde Karakaşzade Rüştü bey'le ropörtaj yapan Necati Çiller, Tansu Çiller'in babasıdır.

3.Cengiz Şişman ve  Muharrem Varol'un   kaleminden çıkan bu yazının orjinalini  burada okuyabilirsiniz 

https://dergipark.org.tr/en/download/article-file/173164

9 Ekim 2020 Cuma

Doktor Süleyman Numan Paşa ve Akrabalık Zinciri


Birinci Dünya Savaşı sırasında hemen hemen bütün ordularda Tifo, Kolera, Tifüs gibi bulaşıcı hastalıklar kol gezmektedir.Ordular cephede olduğu kadar cephe gerisinde de büyük bir mücadele vermektedirler. Osmanlı İmparatorluğunda Sağlık Teşkilatının başındaki  Dr. Süleyman Numan Paşa seferberliğin hemen ardından cepheleri tek tek dolaşıp kah yaygın aşılama kah hijyen kurallarını tatbik ederek Osmanlı İmparatorluğunun savaştaki diğer pek çok ordudan daha az zayiat vermesini sağlamıştır.


Süleyman Numan Paşa 1868 yılında Selanik'te doğmuştur.Babası Selanik belediyesinde Mimar olarak görev yapan Debreli Numan Ağa, annesi Melek hanım'dır.Medrese eğitiminin ardından Mekteb-i Tıbbiye-i Askeriye'den yüzbaşı rütbesiyle mezun olan Süleyman Numan
Paşa Haydarpaşa Numune Hastanesinde göreve başlar.Geçici görevle gittiği Eskişehir'de Kolera Salgının önlenmesi konusundaki başarısı nedeniyle Kolağası rütbesine terfi eden Süleyman Numan Paşa bundan iki gün sonra Almanya'da  eğitim almaya gönderilir.Altı yıl süren Almanya deneyiminin ardından yurda dönen Paşa, Gülhane, Tıbbiye-i Askeriye ve Tıbbiye-i Mülkiye'de görev alır.1902'te kaimmakam 1906'da ise Miralay olan Süleyman Numan Paşa, Padişah II. Abdülhamid tarafından bir Saray mensubunun tedavisi için çağrılmış, teşhis ve tedaviden memnun kalan Padişah kendisini Mirlivalığa yükseltmek istese de bu bir takım sebeplerle gerçekleşmemiştir.1907'de Mirliva olan Süleyman Numan Paşa, görev aldığı Haydarpaşa'da oluşturulan Tıp Fakültesinde Emraz-ı Umumiye ve Dahiliye Seririyatı hocalığı yapmıştır.1910 yılında da Fakültede görevli diğer meslektaşlarıyla  birlikte Süleyman Numan Paşa'nın bizzat yazarlık yaptığı Osmanlı Seririyat Mecmuasını çıkarmışlardır
.


Balkan Savaşları sırasına Yanya'da Kolordu Baştabibi olarak görevlendiren Süleyman Numan Paşa ekibiyle birlikte malzeme eksikliğine rağmen 25385 hasta ve yaralıyı tedavi etmiştir.Yanya'nın düşüşünden sonra Yunan makamlarıyla  iletişime geçen Süleyman Numan Paşa iki ay daha görev yerinde kalıp  tedavilerin devam etmesini sağlamış ve bölgede baş gösteren Menenjit salgınına karşı önlemler almıştır.Yanya'dan dönüşünde burada gösterdiği üstün hizmet sebebiyle kendisine ''Altın İmtiyaz Madalyası'' verilmiştir.Kısa bir süre Gümüşsuyu Hastanesi başhekimliği görevini ifa eden Süleyman Numan Paşa, Balkan Savaşlarının bitmesinden sonra Bulgaristan'da kalan Türk esirlerinin durumunu  kontrol için ekibiyle birlikte Rusçuk'a gönderilir.Burada bulaşıcı hastalıkların kol gezdiği esir kamplarında ölenler gömülmeyip dirilerle birlikte yaşadığından morali bozulan ve intihar edenlere rastlanmaktadır.Bir buçuk aylık süreçte Türk ekibininin burada hijyenik ortamı sağlaması ve hastalara yakın ilgi göstermesiyle  günlük insan kaybı Bulgar doktorları dahi şaşırtacak kadar azalır.Ekip 3 Aralık 1913'te Türkiye'ye dönmüş kısa bir süre sonra Süleyman Numan Paşa, Enver Paşa tarafından Sıhhiye Dairesi Reisliği ve Ordu-yu Humayun Sıhhiye Müffetişi Umumiliği görevine getirilmiştir.

Osmanlı İmparatorluğunu Birinci Dünya Savaşına girdiği günlerde Türk ordusunun sağlık teşkilatının başında Süleyman Numan Paşa vardır.Savaşın ilk dönemlerinde ordu personeline tifo ve kolera aşıları uygulanmasını sağlayan Süleyman Numan Paşa, savaş döneminde diğer ülkelerin ordularına nazaran Türk ordusunda salgın hastalıkların görülme oranının az olmasını sağlamıştır.(Fransız ve Alman ordularında 120.000 civarı tifo vakası görülürken Türk ordusunda bu rakam sadece 8608'dir).Balkan Savaşlarında hijyen, özensiz bakım, sıhhi personel ve yatak kapasitesi yetersizliğinin savaşta kaybedilen asker kadar kayıp verilmesine sebep olduğuna  şahit olan Süleyman Numan Paşa,Birinci Dünya Savaşına  hazırlık olarak  İstanbul'da bulunan hastanelerin yatak sayısının nicelik ve nitelik olarak artması için uğraşmış emekli olmuş doktorları göreve çağırarak personel eksikliğini tamamlamaya çalışmıştır.Cepheden gelen askerlerin düzenli bir şekilde yaralarının niteliğine göre gerekli hastanelere sevkedilebilmesi için Haydarpaşa ve Sirkeci'de iki sevk-i mecruhin komisyonu teşkşl ettiren ve bunların emrine hasta nakliye otomobilleri verdiren Süleyman Numan Paşa,Gülhane'de yapay uzuv yapabilecek şubeler kurdurmuş ve sıhhi malzemelerin sağlanması konusunda Hilal-i Ahmer ile sıkı bir koordinasyon içinde olmuştur.

Osmanlı İmparatorluğu Sağlık Teşkilatının başı olması sebebiyle başkent İstanbul dışındaki sağlık önlemlerinin yanısıra Kafkas, Irak, Suriye-Filistin cephelerinde de sağlık hizmetlerini yerinde görmek için denetimler yapan Süleyman Numan Paşa'ya bazı bölgelerde kendisini bu göreve getiren Başkumandan Vekili Enver Paşa da eşlik etmiştir.Kafkas Cephesinde 3. ordu komuta heyetinin yanında yaralı ve  hastaların Erzuruma nakilllerini temin eden ve sıhhi malzemelerin cepheye daha hızlı ulaşmasını sağlayan Süleyman Numan Paşa burada lekeli Tifo hastalığına yakalanmış ve Erzurum'da tedavi görmüştür.

Birinci Dünya Savaşının sonunda Mondros Mütarekesinin imzalanmasının ardından İstanbul'u işgal eden itilaf devletlerinin Malta'ya sürdüğü isimlerden biri de Süleyman Numan Paşa'dır.Maltadayken Tıp Fakültesine öğrenci olarak kayıt yaptıran ve böylece İngilizce ve İtalyanca .verilen dersler sayesinde hem yabancı dilini hem tıp bilgisini geliştiren Süleyman Numan Paşa ayrıca diğer sürgünlerin Sağlık sorunlarıyla da ilgilenmiştir.31 Ekim 1921'de bazı Malta sürgünleriyle birlikte İnebolu'ya adım atan Süleyman Numan Paşa bir süre sonra Ankara'ya hareket edip Mustafa Kemal Paşa ile görüşmüştür.Süleyman Numan Paşa'nın Ordu Sıhhiye Reisliği yapma isteğini Atatürk Paşa'nın bilim alanında daha verimli olacağı ve bu iş için yetişmiş genç hekimlerin bulunduğunu öne sürerek reddetmiştir.(Bir görüşe göre asıl sebep Süleyman Numan Paşa'nın Enver Paşa'ya ve İttihatçılara yakın olmasıdır)

 

Süleyman Numan Paşa’nın Enver Paşa’ya yakınlığına Hikmet Feridun Es’in yazı dizisinde aktardığı ve Malta’da geçmiş olan aşağıdaki anı da örnek gösterilebilir: “(…) Vefakârlığına gelince; bunu da Malta’da bulunan pek maruf bir politika adamımız şöyle anlatıyor: “Malta’da yemek yiyorduk. İyi şeyleri seven Süleyman Numan için güzel şeyler hazırlanmıştı. Ve Süleyman Numan’ın da keyfi vardı. Bu sırada Enver Paşa’dan bahis açıldı. Sofradakiler şiddetle onun aleyhinde bulundular. Süleyman Numan susuyor ve renkten renge giriyordu. En felaketli anlarında bile hislerini frenlemesini ve kızmamasını bilen bu ilim adamı feveran edip bir yanardağ vaziyetine giriyordu. Birdenbire çatalını bıraktı. Hayatında pek nadir olan sinirli dakikalarını yaşıyordu. Etrafındaki en sevdiği arkadaşlarına şöyle dedi: “Ondan şikâyet etmeyelim! Bu şikâyet hakkını başkalarına bırakalım. Bizim Enver’den şikâyete hakkımız yoktur.” Ve o gün en sevdiği yemeklerden bile ağzına tek lokma koymadı. Dostluklarına bu kadar bağlı idi.”

İstanbul'a dönen ve Tıp Fakültesinde bir süre Seririyat-Dahiliye hocalığı yapan Süleyman Numan Paşa 1923 yılında emekliye ayrılmış 1924 yılında da sekiz ay süreyle Gureba Hastanesinin  Başhekimliğini yapmıştır.20 Temmuz 1925 tarihinde karaciğer kanseri sebebiyle yapılan ameliyat sonrası hayatını kaybeden Süleyman Numan Paşa, Sultan II. Mahmut'un haziresine defnedilmiştir.

Süleyman Numan Paşa üç aylık kısa bir evlilik deneyiminin ardından  yeniden evlenmemiş ve ömrünü mesleğine adamıştır.Paşa'nın kendisinden  büyük bir ablası, Raife ve Kemal isimlerini taşıyan  iki kardeşi vardır.
                                                                            

Süleyman Numan Paşa'nın kardeşi Raife hanım, Konsolos Hakkı Eyice ile evlenmiştir.Hakkı Eyice'nin Teşrifat-ı Umumiye Nazırı İbrahim Paşa'nın kızı Sabiha Tansi ile evliliğinden dünyaya gelen Leyla hanım, Ercüment Karacan'ın teyzesinin oğlu Fuat Divitçioğlu'nun eşidir.Hakkı Eyice'nin kızkardeşi Naime hanım'ın eşi  Büyükelçi Enis Akaygen Türk-Yunan dostluğu için yaptığı çalışmalarla biliniyor.Naime-Enis Akaygen'in kızları Zafire hanım, Nuri Conker'in gelinidir.
           
Hakkı Eyice ve Sabiha hanım'ın oğulları  Saip Caner'in kızı, yazar Atilla Alpöge'nin eşi ve Yönetmen Devrim Alpöge'nin annesi , çocuk kitapları yazarı Prof. Dr. Gülçin Alpöge:


Enis Akaygen'in dünürü Nuri Conker:
Enis Akaygen ve Naime hanım'ın kızları Ayşe Sıdıka Tulça'nın oğlu Prof. Dr. Enis Tulça, Ömer Madra ile aynı aileden Yasemin Korur ile evlenmiş:
Enis Akaygen 37 yaşındayken henüz 15 yaşında olan Mehruba hanım(üstte sağda) ile evlenmiş.Mehruba hanım hece ölçüsüyle yazan ilk kadın şair İhsan Raif hanım'ın kızı ve Köse Raif Paşa'nın torunudur.İhsan Raif hanım henüz 13 yaşında odasında kardeşiyle oynarken  içeri giren Mehmet Ali ismindeki birisi onu kaçırmaya çalışır ama muvaffak olamaz.İhsan hanım'ın Arap Bacıların komplosu olarak nitelendirdiği bu olayın faturası yine ona kesilir ve babası Köse Raif Paşa onu zorla Mehmet Ali  isimli bu reji memuruyla evlendirip İzmir'e sürgüne yollar.14 yaşında anne olur İhsan hanım.Ancak üç çocuk doğurduktan sonra 27 yaşında İstanbul'daki baba ocağına dönebilen İhsan Raif'in  daha sonra bestelenen en ünlü şiiri sürgün hayatı yaşadığı İzmir'deki  ruh halini yansıtır
“Kimseye etmem şikâyet; ağlarım ben halime,
 Titrerim mücrim (suçlu) gibi baktıkça istikbalime
 Perde-i zulmet (karanlık perdesi) çekilmiş korkarım ikbalime
 Titrerim mücrim gibi baktıkça istikbalime…”

İhsan Raif'in Mehmet Ali bey ile evliliğinden dünyaya gelen Mehruba hanım'ın Enis Akaygen ile evliliğinden dünyaya gelen ilk kızları 24 yaşında intihar etmiş.Diğer kızları Hale hanım, Hüsamettin Cindoruk'un babasının dayısının oğlu İhsan Türemen'in eşidir.Fatma Mehruba hanım ikinci evliliğini Karakaş Cemaatinden Fadıl Kibar ile yapmış.Fadıl bey'in ölümüyle sona eren bu evliliğin ardından Hilal-i Ahmer balosunda tanıştığı Falih Rıfkı Atay'ın evlenme teklifini kabul eden Mehruba hanım'ın bu konuda aşması gereken büyük bir engel vardır, etrafındakilerin evlenmesine sıcak bakmayan Atatürk. Mehruba hanım'ın anlatımına göre bir gün Atatürk'le evlenme üzerine filozofik bir münakaşaya girerler ve kazanan Mehruba hanım olur,sonunda da Falih Rıfkı Atay ile evlenirler.
(Atatürk'ün eşi Latife hanım'ın amcasının oğlu olan ünlü yazar Halit Ziya Uşaklıgil'in eşi Memnune hanım, Köseraif Paşa'nın kızkardeşinin kızıdır.Uşaklıgil'in torunu Tiraje hanım, Köseraif Paşa'nın torunu olan ilk embedded savaş muhabirimiz Salih Köseraif Çorlu ile evlenmiş)


Süleyman Numan Paşa'nın ablasının kızı Merzuka hanım Milli Mücadeleye de katılan Albay  İsmail Cemal Akan'ın eşidir.Çiftin kızları Zübeyde hanım'ın eşi  Ziya Kınacı , TBMM'de 5 dönem  Ankara milletvekilliği yapan İş Bankasının kurucularından  Kınacızade Şakir bey'in oğludur.Şakir bey'in kızkardeşinin oğlu Ord. Prof. Dr. Osman Cevdet Çubukçu , Vehbi Koç'un bacanağıdır.
Kınacızade Şakir bey'in eşi Fatma hanım da Vehbi Koç'un annesi Fatma hanım gibi Kütükçüzade ailesindendir.Kökleri ahiliğe dayanan, Cumhuriyet sonrası da zenginleşen,  Ankara'daki esnaf takımı içerisinde ön plana çıkan  Kütükçüzade, Çubukçuzade, Attarzade,Kınacızade, Mermercizade, Hanifzade gibi aileler  hep birbirinden kız alıp vermiştir.Dolayısıyla bu aileler arasında birden çok akrabalık bağı olduğunu görüyoruz
Kınacızade Şakir bey'in kızkardeşinin eşi olan eski Ankara Müftüsü  Rıfat Börekçi,işgal yıllarında  vatanperver olduğunu düşündüğü isimlerle bir toplantı düzenleyip onları Ali Fuat Paşa'yla tanıştırmış ve bu kişilerin öncülüğünde Ankara Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti kurulmuş.Kuvayi Milliyecilerin  para, yiyecek ve giyecek ihtiyacını karşılamak için Ordu Yardım Komitesi kuran Rıfat Börekçi, Şeyhülislam'ın '' Milli Mücadeleye katılanların öldürülmesinin sevap sayılacağı'' yönündeki fetvasına karşı  ''Şeyhülislamın düşman elinde olması sebebiyle için fetvasının geçersiz sayılacağı , vatan için savaşanların şehit ve gazi olacaklarını'' içeren bir fetva yayınlamış.Anadoludaki 153 din adamı da bu fetvayı imzalayınca Osmanlı hükümeti tarafından idama mahkum edilen Rıfat Börekçi, Cumhuriyetin kurulmasından sonra kayınbiraderi Kınacızade Şakir bey ve baldızının oğlu olan Arif Çubukçuyla birlikte milletvekili olarak TBMM'ye girmiş.  
Kınacızade Şakir bey:

İsmail Cemal Akan'ın yeğeni Gülten Günsay'ın torunu strateji ve Finans uzmanı  Ali Serim aynı zamanda tarih üzerine kitapları olan bir yazar
                                                                                 
İsmail Cemal Akan'ın yeğeni Gülten Günsay'ın kuzeni Recep Zühtü Soyak ,Atatürk'ün özel sekreteri olan  Hasan Rıza Soyak'ın amcasının oğludur.
Kendisi de Atatürk'e yakın isimlerden biri olan Recep Zühtü Soyak'ın sebep olduğu skandal:
Türkiye 'nin ilk Balkan şampiyonu,Son padişah Vahdettin'e de öğretmenlik yapan Hattat Mehmet Sabri Bey 'in oğluydu Atlet Haydar Aşan. Annesi Ayşe Hanım, kızkardeşi Medeniye'yle birlikte Çengelköy'de ahşap bir evde yaşıyorlardı. Savaş yıllarının ardından Galatasaray takımında amatör olarak atletizme başladı.Dekatlon yarışları yoktu henüz. Uzun, yüksek ve sırıkla atladı,koştu. Bütün arkadaşlarının önündeydi. Türkiye'yi temsil etti uluslararası yarışmalarda. Atina Olimpiyatlan'nda, Yunanlı rakibini yenip uzun atlamada altın madalya kazandığında yıl 1933'tü. Güçlü, çekici bir vücudu vardı, kızların başını döndüren. Istanbul sosyetesinin gözde delikanlısıydı.Semiha Berksoy'la da bir şarap partisinde tanıştı. Uzun boyu, kızıl saçları, çilli yüzü etkiledi Berksoy'u. Bir türlü vuslata ulaşmayan ama yıllara yayılan bir ilişkinin başlangıcıydı bu. 
Medeniye'nin ölümü... 

Kızkardeşi Medeniye de Haydar Aşan kadar sosyetenin gözdesiydi. Bir arkadaşının düğününde, Milli Mücadele kahramanı, Samsun'a çıkarken Atatürk'ün yanındaki birkaç kişiden biri olan Sinop Milletvekili Recep Zühtü Soyak'la tanıştı. Aşık oldu ve onun peşinden Ankara'ya gitti. Birlikte oturuyorlardı ve kimse yadırgamıyordu bu ilişkiyi. Atatürk'ün huzuruna çıkarıldı.Latife Hanım'la kısa ama sancılı bir evlilik yaşamasından olacak, çevresindekilerin evlenmesini pek onaylamayan Atatürk, "Sabret"dedi "Zamanı gelince evlenirsiniz." Ailesinin baskısı, nereye varacağı belirsiz bir ilişkinin tedirginliği Medeniye'nin sabrının önüne geçti. Babaevine, Çengelköy'e döndü. Yahudi bir tüccarla ilişkiye girdi.Soyak, bu ilişkiyi öğrenince çılgına döndü. İstanbul'a geldı, Boğaz'da arkadaşlarıyla içtikten sonra Sabri Mehmet Bey'in kapısına dayandı. Yukarıya çıkmasına, Medeniye ile görüşmesine izin verdi Mehmet Bey.Bir süre sonra gürültüler, arkasından da silah sesi duyuldu. Odaya girdiklerinde Medeniye yerde, kanlar içindeydi. Tabanca kabzasıyla şakağına vurulmuş, ayakları kurşunlanmıştı. Fransız Pasteur Hastanesi'ne kaldınldı.Kırk sekiz saat sonra, "Beni vuranlara birşey yapmaya kalma, seni de öldürürler. Bırak ben sende yaşayayım" dediği kardeşinin, Haydar Aşan'ın yanıbaşında öldü. Ölüm nedeni, hastane kayıtlarına "kangren" diye düşürüldü. Cinayet haberi, Ankarada bomba gibi patladı. Atatürk ve İnönü, Soyak adına araya girenlere, olayın örtbas edilmesini isteyenlere karşı cıktılar. Yine de önlenemedi,Soyak'ın Bakırköy Akıl Hastanesi'nden olay anında akli dengesinin yerinde olmadığına ilişkin rapor aldı. Mazhar Osman'ın vermeye yanaşmadığı raporu, Vali Fahrettin Kerim Gökay imzaladı. Yargılandı Soyak ve rapora dayanarak beraat ettirildi. Medeniye'nin isteğine rağmen işin peşini bırakmadı Haydar Aşan. Soyak'ı kollayan güçler dikildi karşısına. Sonunda,öğrenim görmesi için Amerika'ya gönderildi. 

Süleyman Numan Paşa'nın teyzesi Münire hanım, Selanik'in köklü ailelerinden birine mensup Beylerbeyi payeli Enis Paşa'nın eşidir.(Latife hanım'ın annesi Adeviye Uşşaklı'nın kuzeni olan Enis Paşa'nın kardeşi Defterdar İzzet bey de Latife hanım'ın halası ile evlenmiş) Münire hanım, kızkardeşi Seher hanımın da kayınbiraderi Osman Nuri bey ile evlenmesini sağlamış.Onaltı yaşındayken gönüllü olarak Osmanlı-Rus harbine katılan Osman Nuri bey ancak iki yıllık bir esaret hayatından sonra ülkeye dönebilmiş. Seher-Osman Nuri çiftinin  iki kızından  Ahsen'in nişanlısı yanarak hayatını kaybeder.Daha sonra bir muhasebeci ile evlenen Ahsen hanım'ın  kızının da küçük yaşta hayatını kaybetmesi ailesinde bir yas havasına sebep olur.Çocukları olmayan Enis Paşa ve Münire hanım bu ortamdan kurtulması için çiftin diğer kızları Hadiye'nin yanlarına İstanbul'a gelmesini isterler.Kısa bir süre sonra da Enis Paşa'nın Halep'e tayini çıkar.1900 yılı yazında başlayan Halep görevi iki yıl sürer ve  sonra hep beraber İstanbul'a dönerler.Münire hanım, İstanbul'a döndükten bir süre sonra  Hadiye'yle birlikte yakın dostu Şaire Leyla (Saz) hanım'ı görmeye gider ve burada Hadiye'nin ne kadar büyüdüğü ve gençlerin zamanı geldiğinde yuva kurması gerektiği üzerine bir sohbet gerçekleşir.Bir kaç gün sonra Hadiye'nin anne ve babası Selanik'ten İstanbul'a gelir ve  Enis Paşa'nın Halep'e de götürdüğü hususi kalem müdürü Vehbi bey ile Hadiye'nin evlenmesi kararlaştırılır.Vehbi bey Enis Paşa'nın Diyarbakır'da görev yaptığı sırada tanıştığı Ganizade Hafız Necib Efendi'nin ilk çocuğudur.Necip Efendi Jöntürk Teşkilatı üyesi olan ve komitenin Fransa'daki üyeleriyle görüşen oğlunun sürgüne gönderilmesinden endişe ettiği için Enis Paşa'dan oğlunu himayesine almasını istemiş, Enis Paşa'da Ganizade Vehbi bey'i Hususi kalem müdürü olarak atamış.
Ganizade Vehbi bey, Ziya Gökalp'ın yakın dostu ve uzaktan akrabasıdır.Gökalp de Vehbi bey gibi Diyarbakır Türklerindendir


 Ganizade Vehbi bey'in genç yaşında Palu'ya kaymakam olarak atanan kardeşi  Kadri bey bir iftiraya uğrar.İşgal altındaki  İstanbul hükümetinin gönderdiği jandarmalar tarafından asılmak üzere götürülürken yolu kesen Alacadağ Kürtleri askerlerle çatışmaya girip  Kadri bey'i dağa kaldırır.Bu olay üzerine  hakkında yakalama kararı çıkartılan Siverek mebusu Vehbi bey  bir dönem kimliğini saklayıp kendini başka birisi olarak göstermek zorunda kalmış.

Ganizade Vehbi ve Kadri (Üçok) beylerin kardeşleri Neyire hanım,Turhan Feyzioğlu'nun annesidir (Feyzioğlu doğumdan hemen sonra ölen kızı Saide hanım'ın oğlu Metin Feyzioğlu'nu  evlat edinmiştir) Kadri bey'in oğlu Coşkun Üçok, Bahriye Üçok'un eşidir..Kadri Üçok'un torunu Tengiz Üçok, ilk kadın diplomatımız olan Adile Ayda'nın damadıdır.(Coşkun Üçok ve iki kardeşi Şişli Terakki Lisesi'nde yatılı olarak okumuşlar)

Turhan Feyzioğlu:


Adile Ayda:


Ganizade Vehbi bey ve Hadiye hanım'ın Hüseyin Cahit Yalçın'a duydukları hayranlık sebebiyle ismini Cahide koydukları ama aile sırasında Cahit olarak çağrılan ilk kızlarının ardından Nahide Kaya ismini verdikleri ikinci kızları dünyaya gelir.Ardından çiftin Aydın ve Yılmaz ismini verdikleri iki tane de oğulları olur.

İttihat ve Terakki İktidarında Siverek mebusu olarak görev yapan Ganizade Vehbi bey , Cumhuriyetin kurulmasından sonra Malatya'nın Hekimhan ilçesine Kaymakam olarak atanır.Üç yıl burada kalan aile artık unutulmaya başladıklarını düşündükleri anda Hadiye hanım'ın annesi Seher hanım'ın amcasının oğlu olan Jandarma Umum Müdürü Ahmet Zeki Soydemir' e yazdıkları mektup sayesinde Seher hanım'ın mübadil olarak geldiği Antalya'nın Alanya ilçesine tayini çıkar Vehbi bey'in.
Milli Mücadele İkinci Süvari Tümeninin komutanı olarak Yunanlılara büyük hezimet yaşatan Ahmet Zeki Soydemir, Cumhuriyetin kurulmasından sonra  da milletvekilliği yapmıştır.


Hadiye-Vehbi Üçok çiftinin dört çocuğundan en büyüğü Cahide büyüyüp etrafta beğenilen bir genç kız olmaya başlamıştır.Komşuları olan Hadiye hanım'ın annesinin akrabası Alanya Ağır Ceza Reisi Mustafa bey ve eşinin  teşvikiyle Cahide'nin Rumelili bir gençle evlenmesi kararı alınır.Atatürk'ün Antalya'yı ziyareti sırasında onu karşılamak için Valiliğin seçtiği isimlerden biri de Damat bey'dir.Mustafa Kemal'in kendisiyle sohbet edip kızını onunla evlendirebileceğini söylemesi  üzerine nikahlı olduğunu söyleyen damada Atatürk, nikahlısını getirmesini, ailesi hakkında malumat almak istediğini söyler.Cahide ve Damat Atatürk'ü ziyarete giderler.Rumelili hemşehrisiyle yaptığı sohbetten büyük keyif alan Atatürk ertesi günkü davete Cahide'nin adını bizzat kendisi yazar.Bu davette Atatürk, Cahide ve damadın düğünlerinin ertesi akşam aynı ortamda yapılması teklifinde bulunur.Cahide hanım bu evliliği istemiyor olsa da teklifi kabul eder.Ertesi gün Cahide ve Damat bey'i almaya giden Ata'nın adamları Damadı bulamaz.Cahide'nin annesi Hadiye hanım dünürünü ziyarete gider ve Damadın ailesinin böyle bir düğüne karşı olduğu anlaşılır.Hadiye hanım suçu üstüne alıp Atatürk'ün gönderdiği kişilere akrabaları olmadan böyle bir düğün yapmak istemediğini söyler ve adamlar ayrılır.Ertesi gün de Hadiye hanım ve dört çocuğu Antalya'dan ayrılırlar. 

Mustafa Kemal'in annesi Zübeyde hanım,Selanik'te Hadiye hanım'ın annesi Seher hanım'a her geldiğinde Hadiye hanım için ''Tam Mustafama layık bu güzel kız'' dermiş.Seher hanım ise o dönem Harbiye'de okuyan Mustafa Kemal ile henüz seksek oynayacak yaştaki kızı arasındaki yaş farkını hatırlatıp böyle sözlerin konuşulmaması gerektiğini söylermiş.Hadiye hanım ve ablası Ahsen hanım bir  gün Şemsi Paşa'nın konağına misafir olarak gitmişler.Paşa'nın güzel kızı, Mustafa Kemal'den ders aldığını söyleyip ders kitaplarını ve yazı defterlerini göstermiş.Hadiye hanım defterlerin sayfalarının üst kısmındaki sevgi sözcüklerini okuyuvermiş hemen.Paşa'nın kızı Ahsen hanım'a Mustafa Kemal için ''Harbiye'den mezun olunca sanırım  beni isteyecektir'' der.Seneler sonra gerçekten Mustafa Kemal annesini Şemsi Paşa'nın kızını istemek için göndermiş ve çift sözlenmiş ama daha ileri gidilememiş.Cahit Uçuk yıllar sonra Mustafa Kemal ile sohbet etme imkanı bulduğunda defterlere yazılan sevgi sözcüklerini hatırlatmış, Atatürk de ne yazdığını sormuş.Cahit Uçuk ''Yazan sizsiniz efendim , bana niye soruyorsunuz '' deyince Atatürk etrafındakilere '' Efendiler işte bu zeka ancak bir Rumeli kızında bulunur'' der ve masada  büyük bir alkış kopar.Ardından da önce Cahit Uçuk ayağa kalkıp Teşekkür eder, sonra Atatürk  yarım saat boyunca insan zekası üzerine bir konuşma yapar ve sözünü bitirmeden Cahit'a bakar, önce sesi yumuşar ve hüzünlü bir tonda ''Efendiler bu kız  olsa olsa benim kızım olurdu '' der ve  yine masada  alkış kopar.


Çocukluğundan beri şiir yazan, babasının ''küçük şaire'' diye seslendiği Cahit Uçuk, Süleyman Numan Paşa'nın kardeşi Raife hanım ve eniştesi Hakkı Eyice'yle birlikte Hakkı bey'in   yakın dostu ünlü şair Abdülhak Hamid Tarhan'ı evinde ziyarete gider.16 yaşındaki Cahit'i eşi Lüsyen hanım'ın gençliğine benzeten  Abdülhak Hamid, Cahit Uçuk'a şiir defterlerini ona bırakmasını  söyler.Üç ay sonra geri gönderdiği defterlerde ona yazdığı notta nesir de yazmasını tavsiye eder.Cahit Uçuk bu durumu ''benim için şiir defteri kapandı böylece'' diye anlatır.

Babası Vehbi bey'in emekliye ayrılmasından sonra Cahit Uçuk ve ailesi Kadıköy Moda'ya yerleşirler.O dönem evlerde yazar, şair ressam ve tiyatro oyuncularının katıldığı edebi sohbet toplantıları düzenlenmektedir.Cahit uçuk müdavimi olduğu bu toplantıların birinde Nazım Hikmet ile tanışır.O dönem Yarımay isimli bir edebiyat dergisi çıkartan Nazım Hikmet kendisinden dergi için hikaye yazmasını ister:


Cahit Uçuk ve Nazım Hikmet arasında gönül ilişkisi olduğu iddiaları Bab-ı Ali'de dolaşıma girince Nazım  Hikmet bir daha dergiye uğramaz olur.Cahit Uçuk'un sonradan öğrendiğine göre dedikoduları duyan  Nazım Hikmet'in karısı ''yalnız sen değil bütün arkadaşların yanar diyerek elindeki belgeleri polise vermekle tehdit etmiştir. Nazım Hikmet de bu olay üzerine Dergiye gelir ve ''Ben bir daha gelemeyeceğim buraya'' der ve ortadan kaybolur.




Cahit Uçuk aralarında bir ilişki olduğu iddialarını reddetse de Nazım Hikmet'in ilk detaylı biyografisini yazan araştırmacı Taha Toros'un bu konuda anlatıkları farklı:



Cahit Uçuk yazarlığa ilk başladığında Yarımay dergisinin sahibi olan Rumelili aile dostları Vecdi Eren annesine ''bu kızı ortaya çıkarmayalım Bab-ı ali kurtlar sofrası o daha körpe bir kız'' der.İsmi yüzünden erkek sanılan Uçuk genç kızlardan aşk mektupları almaya başlar.Hatta Cahit Uçuk'un Nazım Hikmet'in kullandığı müstear isimlerden biri olduğu sanılır.Cahit Uçuk gazetelere hikaye, tefrika ve masallar dışında moda sayfası, yemek sayfası ve dönemin Güzin ablası olan Pamuk Nine bölümünü hazırlar.Sonra Roman yazmaya başlar Uçuk  fakat romanları farklı isimlerle tefrika edilir gazetelerde.1935 yılında  Yarımay dergisine kapak olması kendisini  erkek zanneden pek çok kadın hayranını sükut-u hayale uğratır.Uçuk nüfus kağıdındaki Cahide adını da Cahit olarak değiştirir bir süre sonra.



Cahit Uçuk Çocukluğunda okuduğu dünyaca ünlü İkizler serisinin Türk İkizleri adlı kitabını kardeşi Yılmaz için yazar ve bu kitap Çocuk Esirgeme Kurumu tarafından basılır.İngilizce ve Japonca dahil pek çok dile çevrilen kitap 1958 yılında uluslararası Çocuk Kitapları Birliğinin Hans Christian Andersen Yarışmasında Şeref ödülünü alır.



Cahit Uçuk'un ikinci eşi ,iki yıl evli kaldığı yazar Mahmut Yesari,  resme olan yeteneği sebebiyle  devlet tarafından eğitim için  Avrupa'ya gönderileceği sırada Birinci Dünya Savaşının çıkması üzerine Güzel Sanatlar Akademisinden ayrılarak yedek subay olarak Çanakkale'ye gitmiş ve Atatürk'le aynı safta düşman karşı savaşmıştır.El yazısının  güzelliğiyle ünlü olan Mahmut Yesari'nin baba tarafından soyu 18. yüzyılın sonlarında ün kazanan sol eliyle yazdığı için ''Yesari'' namıyla anılan Hattat Mehmet Esat Efendi'ye dayanır.Esat Efendi'nin oğlu Hattat Yesarizade Mustafa İzzet bey de yaşadığı dönemin en ünlü sanatkarlarındandır.Mustafa İzzet bey'in oğlu ve yazar Mahmut Yesari'nin dedesi olan Ahmet Necip Paşa , Muzaka-yı Humayun kumandanlığı yapmıştır.Bir dönem Osmanlı Milli Marşı olarak kullanılan Hamidiye Marşı Ahmet Necip Paşa tarafından bestelenmiştir.Mahmut Yesari'nin ilk evliliğinden dünyaya gelen oğlu yazar Afif Yesari'dir.

Mahmut Yesari'nin annesi Memduha hanım, soyları Eyüp Sultan'a dayanan İzmirli  Bayındırlızade ailesindendir.Memduha hanım'ın dedesi olan Sultan Abdülaziz dönemi Vezirlerinden Emin Muhlis Paşa, Paris Sefiri Mahmut Esat Paşa'nın ağabeyidir.Emin Muhlis Paşa'nın kızı Emine Atiye hanım Selanik Valisi Sabri Paşa'nın eşi Fitnat hanım'ın yeğeni ve  ünlü tiyatrocu Mücap Ofluoğlu'nun anneannesidir.Emine  Atiye hanım'ın yeğeni Hatice İzzet Görkkey, Avni Dilligil ve Aliye Rona'nın kardeşleri olan siyasetçi Turhan Dilligil'in kayınvalidesidir.Hatice İzzet hanım'ın eşinin yeğeni Betül hanım'ın eşi Necdet Cici , Cahit Uçuk'un üçüncü  eşidir.

Paris Sefiri Mahmut Esat Paşa:



Mücap Ofluoğlu, Tanburi Cemil bey'in öğrencilerinden Laika hanım'ın kızı,uzun yıllar Vehbi Koç'un yönetici sekreterliğini yapan  Filiz Karabey ile evlenmiş.Ofluoğlu'nun daha önce evlenip ayrıldığı tiyatrocu Şirin Devrim yazar İzzet Melih Devrim ile Şakir Paşa ailesinden ünlü ressam Fahrünnisa Zeid'in kızlarıdır.

Turhan ve Avni Dilligil, Aliye Rona
Emin Muhlis ve Mahmut Esat Paşa'ların kardeşlerinin oğlu Hasip Bayındırlı'nın Sadrazam Giritli Mustafa Naili Paşa'nın oğlunun kızı Melek hanım  ile evliliğinden dünyaya gelen kızlarından  Esma Nayman ilk kadın milletvekillerindendir.Hasip bey'in diğer kızı Leyla Devrimel'in kızlarından Nilüfer hanım, Kasım Gülek'in eşidir.Nilüfer  hanım'ın kardeşi Aylin Devrimel'in hayat hikayesi teyzesi Ecla Kulin'in kayınbiraderinin kızı Ayşe Kulin tarafından kitaplaştırılmıştı.Ecla Kulin 'in damadı Ali Conker, Nuri Conker'in oğludur.

Aylin Devrimel
Nilüfer Devrimel ve eşi Kasım Gülek


Cahit Uçuk'un üçüncü eşi , futbolculuk kariyerini sonlandırdıktan sonra şarkıcılık yapmaya başlayan Necdet (Cici) Kayral 'dır.10 yıl süren bu evliliğin ardından Necdet Cici Betül hanım ile evlenmiş ve bu sayede dayısı olan Türkiye'nin ilk uluslararası hakemi Hamdi Emin Çap'ın bacanağı olmuş:





Bir dönem kendisini tasavvufa veren Cahit Uçuk Arusi Dergahı Şeyhi Ömer Fevzi Mardin'in müridi olmuş.Cahit Uçuk'un annesi Hadiye hanım'ın baba tarafı olan Beylerbeyi Enis Paşa'nın ailesi Nakşibendi tarikatına intisap etmiş bir ailedir.Hadiye hanım'ın  annesi Seher hanım ise Bektaşidir.

Cahit Uçuk'un son eşi , Ece Ajandalarının sahibi İran kökenli Murteza Sadık Kağıtçıdır.Uçuk çocukluğunda Murteza beyin babasının sahibi olduğu Afitap kırtasiyeden alışverip yapmış ve Murteza beyin babasıyla tanışma imkanı bulmuş.Çocukluklarından beri birbirini tanıyan çiftin yirmi yılı aşkın bir süre devam eden evliliğini sona erdiren Murteza bey'in ölümü olmuş.

Cahit Uçuk Murteza bey'le evlendikten sonra kitaplarını eşinin sahibi olduğu matbaa basmaya başlamış.Murteza Kağıtçı, eşi Cahit hanım'ın el yazısıyla yazdığı Ece ismini ajandaların üstüne basıp satışa sunmuş.Kağıtçı'nın kardeşi Perran hanım'ın oyuncu Orhan Günşiray ile evliliğinden dünyaya gelen Ali Murat Günşiray ve kızı Sedef hanım bugün Ece Ajandalarının haklarını elinde tutmaktadır.

Murteza Sadık Kağıtçı ve Cahit Uçuk
Orhan Günşiray:


Yaşamının son yıllarında bile üretken bir yazar olan, anılarını ''Bir İmparatorluk Çökerken'' ''Erkekler Dünyasında Bir Kadın Yazar'' , ''Yıllar Sadece Sayı'' ismini verdiği kitaplarıyla kayda geçiren Cahit Uçuk 2004 yılında hayatını kaybetti.Böylece Osmanlı İmparatarluğu Selanik'inde başlayıp  yolu tanıdığımız pek çok ünlü isimle kesişen 95 yıllık bir  ömür  cumhuriyet İstanbul'unda son bulmuş oldu.
 


Cahit Uçuk'un kardeşi avukat Yılmaz Üçok  Gönül hanım ile evlenmiş.Gönül hanım'ın eniştesi Necdet Kutlukan daha sonra hayatını Edirne Müdaafii Şükrü Paşa'nın torunu Sevgi Gönül Edirne ile birleştirmiş:



Cahit Uçuk'un kızkardeşi Kaya hanım, CHP Antalya milletvekili olarak meclise giren CHP Halkevleri temsilcisi  Girit Hanyalı Diş hekimi Ethem Ağva ile evlenir.



Ethem Ağva'nın ağabeyi Mustafa Ertuğrul Aker Çanakkale Savaşında 27. Alay Topçu Subayı  olarak görev yapmıştır.Aker'in bugün bile hatırlanmasının en önemli sebebi emrine verilen dört dağ topu ile İngiliz ve Fransız gemilerini batırma görevini başarıyla yerine getirerek Kurtuluş Savaşı'nın gizli kahramanlarından biri olmasıdır.

Mustafa Ertuğrul Aker'in gelini Aytülü hanım, Sadrazam Halil Rıfat Paşa'nın torunu ve ünlü mizah yazarı Necef Uğurlu'nun teyzesidir.

Mustafa Ertuğrul bey , Çanakkale Savaşında 27. Alay komutanı olan, yaverliğini yaptığı Mehmet Şefik Aker'in kızı Mediha hanım ile evlenip kayınpederiyle aynı  soyadını  almıştır.Osmanlı Makedonyasının Gevgeli kasabasında dünyaya gelen Mehmet Şefik Aker, Atatürk'ün Selanik Askeri Rüştiyesindeki arkadaşlarından biridir.Mehmet Şefik bey Çanakkale Savaşında başında bulunduğu 27. Alay ile birlikte  Türk topraklarına adım atan Anzak birliklerine ilk müdahaleyi yapmış ve onları sahile püskürtmüştür.Atatürk Anafartalar Kumandanı olarak atanmasından sonra 19. Tümen komutanı olarak görevini vekaleten Mehmet Şefik bey'e bırakmış, o da bu görevi Çanakkale Savaşı bitene kadar sürdürmüştür.

Üst sıra  Bedia hanım, Mustafa Ertuğrul Aker ve eşi Mediha hanım, Feriha hanım, Bedia hanım'ın eşi Zeki Erkmen Alt sırada Mehmet Şefik Aker ve eşi, ortada torunları.

Mustafa Ertuğrul bey'in baldızı Feriha hanım bir dönemin en zengin işadamlarından olan  Antalya'nın İbradı kazasına bağlı Ormana köyünden Hasan Tahsin Aker ile evlenmiş.Bu çiftin kızlarından Ümran hanım ilk evliliğini Argeşo kahramanı Ömer Lütfi Argeşo'nun oğlu ile yapmış.Ömer Lütfi bey'in eşi Fethi Ahmet Paşa'nın torunu ve İngiliz Said Paşa'nın kızıdır.

 Hasan Tahsin-Feriha Aker'in  diğer kızları Birgan hanım'ın Hüsamettin Cindoruk'un kayınvalidesi Meryem hanım'ın kardeşi  ve Hasan Polatkan'ın kayınbiraderi olan Sabri Çifkurt ile evliliğinden dünyaya gelen  Hilal hanım,  Rahmi Koç'un eski eşi Çiğdem Simavi'nin dayısı Kemal Sadıkoğlu'nun gelinidir.Hilal Sadıkoğlu'nun kardeşi Tahsin Çifkurt ise Kemal Sadıkoğlu'nun kızı Esin hanım ve eşi Gazeteci Yılmaz Çetiner'in damatlarıdır.Tahsin Çifkurt'tan ayrılan  Aslı Çetiner, Levent Kırca'nın sevgilisi olarak gündeme gelmişti:


Kemal-Vuslat Sadıkoğlu'nun damatları GS kulübü başkanlarından Alp Yalman, Yakubi Cemaatinden ünlü gazeteci Ahmet Emin Yalman'ın yeğenidir:


Hasan Tahsin Aker'in kardeşi Hüseyin Hüsnü bey'in kızı İlhan Fatma hanım, 1982 anayasasının mimarı Orhan Aldıkaçtı'nın amcasının gelinidir.İlhan Fatma hanım'ın gelini Müge  hanım  Halil Bezmen'in amcası Ali Refik Bezmen'in torunudur
Hasan Tahsin Aker'in diğer kardeşi Abdullah Tayip bey'in kızı Melihcan hanım General Cafer Tayyar Eğilmez'in gelinidir.Eğilmez'in kardeşi Ahmet Hamdi bey'in oğlu Fenerbahçe Kulübü Başkanlarından Razi Trak , Dışişleri Eski Bakanlarından İsmail Cem (İpekçi) 'nin kayınpederidir.Razi Trak'ın eşi Emine hanım'ın dedesi Nebih Çapanoğlu, Osmanlı'da ilk özel gazete olan Tercüman-Ahval'i  kuran Çapanzade Agah Efendi'nin oğludur.




Dipnotlar:

  • Cahit Uçuk ''Bir İmparatorluk Çökerken'' isimli kitabında Selanikteki Dönmeleri şöyle anlatmış: 
Selanik, Osmanlı İmparatorluğu'ndan 100-200 yıl önce beyliklere kapılarını açmış bulunan, Avrupa şehirlerinin etkisi altında, aydınlık, neşeli bir şehirdi. Halkı da bu şehrin atmosferine uyan uygar kimselerin mozaiğinden oluşmaktaydı. Tatlı su frenkleri denilen Hıristiyan bölümü vardı. Müslüman kesimin "Balta Müslümanı" diye adlandırdıkları ve Selanik'in en güzel semtindeki yalılarda yaşıyan bir kesim bulunmaktaydı. 350 yıl önce Sabbatay Sevi adında bir Musevi, Tevrat'tan, Zebur'dan, İncil'den ve hatta Kuran-ı Kerim'in birçok bölümünden seçerek yaptığı yeni bir tarikat kurmuştu. Gerek Musevilerden gerekse başka dinlerden birçok kimsenin bu sinsi sinsi yayılan tarikata bağlılıkları öylesine artmıştı ki, devrin padişahı Sabbatay Sevi'yi karşısına çağırtmış, "Başta kendin ve taraftarlarınla Müslümanlığı kabul etmezsen hepinizin başı uçurulacaktır" demişti. Başta Sabbatay Sevi olmak üzere bütün onun yolunu benimseyenler görünüşte Müslümanlığı kabul etmişler fakat inançlarını da gizli gizli sürdürmekten vazgeçmemişlerdi. İşte bu nedenle "Dönmeler" adı verilen bu geniş topluluk, son derece kibar, kültürlü ve zengin olmanın yollarını bilen insanlardan oluşmaktaydı. Dış görüntüleriyle gerçek Müslümanlar gibi yaşamaktaydılar. Namaz, Ramazan, oruç ve bayramlara hep saygılıydılar. Bu topluluğun ileri bir seviyede yasaması birbirlerine ciddi bir sosyal dayanışmayla bağlı bulunmalarından kaynaklanıyordu. Zengin aile kızları, yoksul fakat jyi yetişmiş, yüksek tahsilli, ciddi ve akıllı gençlerle evlendirilirlerdi. Zengin ailelerin erkek evlatları da eşlerini aynı şekilde yetiştirilmiş aile fertlerinden seçerlerdi. Bu bir çeşit yardımlaşmaydı ve bu yüzden aralarında düşük seviyeli kimseler yoktu. Diğer yörelerden bilhassa da Müslümanlardan kız alıp vermezlerdi. Selanik'in Türk kökenli Müslüman halkı ise davulun dengi dengine çalındığına inanıyordu. Topluluğun kadınları kadın, molla, hanım, hanımefendi diye adlandırılırdı. Erkekleri ise ağa efendi, bey, beyefendi, paşa hazretleriydi. Hiçbir beyefendi kendi seviyesine uymayan kimseyle evlenmezdi. Gelenekler görenekler böyle kurulmuştu
  • Cahit Uçuk anı kitabında,  Atatürk'ün  henüz düğün yapmadığı nikahlı eşiyle yaptığı sohbette damada,  nikahlısının nereli olduğunu sorduğunu ve   ''Selanikliler'' cevabını alınca ''dönmedir , boz nişanı '' dediğini  aktarıyor.Damat bey bunun üzerine Atatürk'e mahalle komşuları olan Hacı Ratibe hanım'ın soyundan geldiklerini söyleyince  Atatürk  ''o zaman getir karını, tanışalım'' demiş.(Doyran bey'inin kızı Ratibe hanım,Cahit Uçuk'un anneannesi Seher hanım'ın annesidir)
  • Cahit Uçuk'un erkek kardeşleri Yılmaz ve Aydın Üçok da kuzenleri olan Coşkun Üçok ve iki kardeşi gibi Şişli Terakki Lisesinde eğitim almışlar.





Kaynaklar:


Bir İmparatorluk Çökerken, Cahit Uçuk